2 Nisan 2024 Salı

Ligden Çekilmek Versus Rekabetten Çekilmek

 


Doksanlı yıllardan itibaren Türkiye’de futbol saha içinde oynanan bir oyun olmaktan çıktı.

Mafya ve gladio tipi yapıların, sportif rekabete etkileri ve toplum mühendisliği girişimleri giderek arttı.

Bu durumdan en çok etkilenense, hiç kuşku yok ki ülkenin en rekabetçi takımı Fenerbahçe oldu.

Neredeyse her yıl yarışın içindeydi çünkü Fenerbahçe.

Ekonomik, sosyal ve tarihsel dinamikleri o kadar güçlüydü ki, futbol dışı aktörler onu durdurmakta epey zorlandı. Yeri geldi saha içinde, yeri geldi saha dışında Fenerbahçe’yi zincirlemek için şiddetin ve adaletsizliğin her tonuna başvurdu.

Belki de bu yüzden; Fenerbahçeliler için doksanlar ve ikibinlerdeki Türk futbolunu en iyi anlatan şey yukarıdaki resim oldu.

Aradan uzun yıllar geçti.

Takvimler bugün, 2 Nisan 2024’ü gösteriyor.

Ve vardığımız noktada bırakalım her şeyin düzelmesini; futbola bu akıl ve ahlak dışı müdahaleler kurumsallaştı, artık sadece Fenerbahçe’nin değil, toplumun temellerini sarsan bir hale geldi.

***

Fenerbahçe Spor Kulübü, bugün gerçekleştireceği olağanüstü kongreyle, artık hem kendisi hem ülke için dayanılmaz hale gelen bu patolojik vaziyete dur demeyi deneyecek. Konuyla ilgili kapsamlı bir değerlendirme yapacak.

Buradan hareketle münferid bir Fenerbahçeli olarak, önemli gördüğüm bazı noktalara değinmek isterim:

      1-          Futboldaki asıl sorun hakemler vs. değil, futbola dışarıdan yapılan müdahalelerdir. 

      2-          Bu müdahalelerin kaynakları: Kulüp lobileri, şehir lobileri, hakem çeteleşmeleri, devlet içinde güç devşirmiş bireyler, bürokratlar, ekonomik çıkar grupları, siyaset, medya, bahis ve kara para odaklı ulusal ve küresel sermaye gruplarıdır. Bunlar birbirleriyle yatay ve dikey ilişkiler içinde futbola durmaksızın farklı düzeylerde müdahale etmektedir. Sorunların çoğunun temelinde de bu yatmaktadır. 

      3-          Bu noktada atılacak ilk adım, büyük suistimallere yol açan atama sisteminden bir an önce kurtulmaktır. TFF’nin delege yapısı da bu anlamda yeniden düzenlenmelidir.

      4-          Kulüpler Birliği İngiltere’de olduğu gibi şirketleşmeye gitmeli, idari ve ekonomik anlamda asıl yürütücü konumuna gelmelidir.

      5-          MHK de dahil olmak üzere tüm kurullar, kulüplerin inisiyatifi ve ortak kararıyla belirlenmeli.

      6-          Hakemler, performansa dayalı şeffaf bir denetime/değerlendirmeye dayalı olarak görev yapmalı.

      7-          Kulüplerle devlet kurumları arasındaki ilişkiler suistimallerin en çok yaşandığı alanlardan biridir.  Bu anlamda bir bürokratın, kurumun ya da belediyenin herhangi bir kulübe haksız rekabete yol açacak kıyaklar yapmasına engel olunmalıdır. Velhasıl bu tip ilişkileri düzenleme yetkisi de Kulüpler Birliği’nde olmalıdır. Bu çok mühim.

      8-          Futbol Türkiye’de toplumsal çatışma ve uyumsuzluğa değil; toplumsal barışa hizmet edecek, insanları rehabilite edecek bir etkinlik olarak baştan aşağı yeniden düzenlenmeli.

 

İşin Fenerbahçe noktasındaysa;


      1-          Fenerbahçe ligden çekilmeyi olabilecek son seçenek olarak değerlendirmeli.

      2-          Ligden çekilme yoluyla vermeye çalıştığı ekonomik ve sosyal gözdağını ise; çekilmenin risklerini almadan verebilmeli. Bunun yolu ise ligden değil, “rekabetten çekilmek” olmalı.

      3-          Nedir rekabetten çekilme? Fenerbahçe, bu ligin şaibeli olduğunu açıkça belirtmeli ve adil bir rekabet düzeni kuruluncaya dek, şampiyonluk yarışına girmeyeceğini kamuoyuna ilan etmelidir. Asıl yarışı Avrupa arenasında vermeli, ikinci planda tuttuğunu beyan ettiği ligi bu yolla doğrudan hükümsüzleştirmelidir. Fenerbahçe’nin yarışmayacak kadar kirli bulduğu bir ligin, Fenerbahçe’nin çekildiği bir ligden çok da farkı kalmayacaktır.

      4-          Rekabetten çekildiğini ilan eden Fenerbahçe ligde Avrupa kupalarına katılım hakkı elde ettikten sonra kalan maçlara paf takımıyla çıkmalıdır.

      5-          Rekabetten çekilmenin ekonomik ayağı ise, her iki yayıncı kuruluşla ilgili atılacak adımlara dayalı olmalıdır. Taraftarlara ligin yayıncı kuruluşunu takip etmeyin mesajı vermek yeterlidir. Resmi kulüp çağrısıyla gelecek bir dekoder iade furyası en az ligden çekilmek kadar etkili olacaktır.

      6-          Kupanın yayıncı kuruluşu da içinde benzer bir adım atılmalıdır. Adil bir düzen sağlanıncaya dek, Fenerbahçe maçlara paf takımıyla çıkarak, kupanın ekonomik değerine ağır bir darbe vurmalıdır.

     * * *

Neticede Fenerbahçe lige değil, ligdeki adil olmayan rekabete karşı...

Ve rekabetten çekilme seçeneğinin kullanılması, ligden çekilmekle murad edilen tüm sonuçları birebir sağlayacaktır.

Üstelik kulübün karşılaşabileceği maddi-manevi riskleri de minimuma indirerek…


Futboldaki Kaosun Asıl Sebebi Ne?

 


Türk futbolunun kurtuluşu için herkes bir şeyler öneriyor son günlerde. Ama bunların birçoğu yanlışı daha en baştan yapıyor: Sorunu anlama ve analiz etmede…

Oysaki ülkenin son kırk yılına biraz dikkatli bakan biri için mesele çok nettir: Futboldaki sorunlar, geniş ölçüde dışarıdan yapılan müdahalelerden kaynaklanıyor.

***

Türkiye’de futbola dış müdahale çok açık ve bunun birçok farklı düzeyi var.

Yani çoğu zaman söylendiği gibi, her şeyi belirleyen “tek bir yapı” söz konusu değil.

Tam tersine irili ufaklı ayrı ayrı yapılar var ve bunlar birbirleriyle yoğun ilişki halinde:

 

           -       Kulüp lobileri (federasyon kurulları, hakem camiası ve bürokraside etkin)

           -       Şehir lobileri (federasyon kurulları, hakem camiası ve bürokraside etkin)

           -       Hakem çeteleşmeleri (bölgesel, ailevi ve kulüpsel bağlar)

           -       Devlet içinde güç devşirmiş etkin birey ve gruplar

           -       Mafya ve gladio tipi yapılanmalar

           -       Ekonomik çıkar grupları

           -       Medya (tüm bu aktörlerle farklı düzeylerde ilişki içinde)

           -       Siyaset

           -       Ulusal ve küresel bahis sermayesi

 

        İşte tüm bu gruplar, farklı amaçlarla eş zamanlı bir şekilde futboldaki sonuçları etkilemeye çalışıyor. Ve bütün gümbürtü de burada kopuyor.

Çünkü;

 

 -      Federasyon ve kurulları yoluyla,

            -      Hakemler yoluyla,

            -      Verilen ve verilmeyen kararlarla,

            -      Kitabına uydurulan transferler, kulüplerarası tuhaf ilişkiler, usulsüzlüklerle

            -      Bazen sahayı, bazen tribünleri terörize ederek,

            -      Bazen açık terör ve şiddet eylemleriyle,toplumsal provokasyonlarla,

           -      Bazen bürokratik ceza ve ödüllerle,

           -      Bazen ekonomik baskı ve desteklerle…

 

olası saha sonuçları açıkça manipüle ediliyor. Ve bunu Türkiye’de artık herkes biliyor.

***

Son kertede şunu söylemek mümkün:

Ülkemizde izlediğimiz şey futbol değil, bir tulûat tiyatrosu. Herkesin aptal yerine konulduğu acıklı bir drama…

Hiçbir müdahalede bulunulmayan bu durum, orta vadede toplumsal barışı bile tehdit ediyor.

Türk futbolu adeta dibe vurmuş halde ve toplumsal çürümemizin en belirgin örneği halihazırda…

***

Ülkemizde futbol, ekonomik ve sosyolojik etkileri sebebiyle adeta bir fetih alanına dönmüş durumda. Biraz güç devşiren neredeyse her aktör gözünü futbola dikiyor. Ve bunların her biri kendi kadrolarını etkin kılarak futbolu yönlendirmeye çalışıyor.

Doksanlı yıllarda futbolda adeta kurumsallaşan gladyo/mafya ve 2000’lerdeki FETÖ yapılanmaları, bu konudaki en bariz örnekler.

İşte futboldaki kaosa çözüm ararken bu tabloyu ve örnekleri dikkate almayan her konuşma boş lakırdıdır kardeşler...

Bu faktörlerin her birini ayrı ayrı, dikkatle değerlendirmek gerekiyor.

Ve bu satırların yazarı; tüm bu sebeplerle yabancı hakem gibi konjonktürel çözümler yerine, futbola dış müdahaleyi minimum düzeye indirecek kuşatıcı önerileri salık veriyor…

Nerede mi?

Tabii ki, bir sonraki yazıda…   

Fenerbahçe Aktördür, Reaktör Değil!

 


Ligden çekilme, çok uzun süredir Fenerbahçeliler’in gündeminde…

Sisteme her kızdıklarında dile getirdikleri ilk şey bu.

Ama peşinen söyleyeyim, bir Fenerbahçeli olarak bu fikrin tek boyutluluğundan oldum olası rahatsızlık duydum.

Elbette ki herkes inandığını söyleyebilir. Ancak kusura bakmayın; fazlasıyla reaksiyoner ve duygusal bir çıkış bu. Tam olgunlaşmamış...

Oysa ki; bu kadar çok düşmanınız varsa ve böylesi girift bir savaşın içindeyseniz asla tek boyutlu, duygusal reaksiyonlar vermemelisiniz…

***

Kısaca şöyle izah edeyim:

Fenerbahçe’nin sorunu belli: Kulüp son otuz yılda sportif, ekonomik ve sosyal anlamda korkunç bir saldırı altında. Farklı odaklar tarafından hedefe oturtulmuş durumda. Aktörler değişiyor ama bu durum değişmiyor. Adil bir rekabet şöyle dursun, Fenerbahçe kendi ülkesinde artık can güvenliğinden bile emin olamıyor.

Ve anlıyorum, böylesi bir durumda ligden çekilme söylemi kulağa cazip geliyor.

Ama konuya birazcık serinkanlı ve mesafeli yaklaşınca bunun ilk adım olmaması gerektiği hemen görülebiliyor.

Çünkü futbolun diğer aktörlerini ekonomik olarak cezalandırmanın ve ligin seyredilirliğini düşürmenin, bu yolla onları masaya oturtmaya zorlamanın elli tane yolu var.

Bu anlamda ligden çekilmek ilk ve tek seçenek değil...

Üstelik bu; negatif, edilgen ve ileri aşamalarda kulübün elini kolunu bağlayacak, kullanışsız bir hamle.

Anlamamız gereken ilk şey şu: Biz tam tersine; pozitif, etkin ve kullanışlı aksiyonlar içinde olmalıyız.

Dikkatinizi çekiyorum: “aksiyon” dedim.

Reaksiyon değil.

Kırk yıldır en temel sorunumuz da zaten tam olarak burada…

Toplumun ve ülkenin taşıyıcısı aksiyoner bir kulübü, reaksiyonlara mahkum eden edilgen bir zihniyet…

***

Kardeşler;

Futbol duyguların yoğun olduğu bir alan, eyvallah. Taraftarlık ve sportif rekabet düşünüldüğünde bu oldukça anlaşılabilir bir şey. Ancak Fenerbahçe söz konusu olduğunda konuya sadece bu iki olgu üzerinden bakamayız.

Çünkü Fenerbahçe yerel ve ulusal sınırları fazlasıyla aşan dinamiklere sahip bir kulüp. Sürekli anormal hatta paranormal diyebileceğim operasyonlara maruz kalmasının bir sebebi de bu. Sosyolojik, ekonomik ve politik dip akıntıları tahmin edilenden çok daha derin. Birçok alanda gerilim hatlarının tam ortasında. Bu anlamda Türkiye’de onunla kıyaslayabileceğimiz bir kulüp yok.

Peki ama camiamız, yönetimiyle, taraftarıyla bu durumun farkında mı?

Buna hem evet, hem hayır diyebilirim.

Farkındayız, nitekim eşi benzeri olmayan fedakârlığımız ve bağlılığımız bunun kanıtı.

Ama maalesef aynı zamanda pek farkında da değiliz, nitekim yönetimsel alanda sürekli çuvallıyoruz. Özellikle de sorun analizi; çözüm üretme becerisi ve iletişim stratejisi anlamında on yıllardır bir arpa boyu yol alamadık.

İşte ligden çekilme söylemi de bu yetersizliğin bir yansıması maalesef.

Biraz duygusal ve çocuksu bir intikamcılıktan başka bir şey değil bu…

En son söylenecek şeyi, en başta söylemek gibi...

Ve madem öyle, gelecek yazıdan itibaren en başta söylenmesi gerekenlere ufaktan girelim….

Coming soon…

Fenerbahçe Yeni Bir Madımak'a İzin Vermeyecek!

 



Ben bir Fenerbahçeliyim…

Çocukluğumdan beri, sırılsıklam…

Küçükken sarı lacivert formayı görmek bile mutlu ederdi beni.

Ama fanatik olmadım hiç, hayatımdaki diğer sevgilerin yanında bir yere koymuştum Fenerbahçe’yi.

Daha doğrusu öyle zannediyordum.

Ta ki 3 Temmuz 2011 sabahına kadar…

O gün ahlaksız, izansız, ölçüsüz bir saldırıya uğradı Fenerbahçe.

Ve ben anladım ki, Fenerbahçe’ye sevgim hiç de sıradan bir duygu değilmiş.

Meğerse çocukluk hatıraları insanın tam da can evinde yaşarmış.

Ve oraya bir saldırı olduğunda can evinden vurulurmuş herkes…

Ve biz münferit Fenerbahçeliler’in bitmeyen Fenerbahçe nöbeti işte tam da o gün başlamış…

***

2 Nisan 2024’te olağanüstü kongremiz var.

Yani Fenerbahçeliler hâlâ nöbette anlayacağınız.

Çünkü durmak bilmiyor bu hayâsız akın.

Suikastler, linç girişimleri, manipülasyonlar, hak gaspları, kirli ittifaklar, algı oyunları, nefret suçları…

Bir türlü bitmek bilmiyor…

Yönetim, oyuncular, kongre üyeleri, camianın önde gelenleri…

Hatta benim gibi kongre üyesi olmayan, kimsenin tanımadığı, sokaktaki Fenerbahçeliler bile teyakkuzda.

Herkes bir savunma duvarı örüyor kendince.

Kimisi bir forma alarak, kimisi haberleri dikkatle takip ederek, kimisi kötülere ilenerek ya da surat ekşiterek…

Kimisi pazarda, kimisi çarşıda, kimisi sandıkta… Tavrını göstererek…

Elinden geldiğince yani.. Ama tüm Fenerbahçeliler…

Korumaya çalışıyorlar takımlarını…

***

Şunu biliyorlar çünkü:

Fenerbahçe 30-40 yıldır bir cenderenin ortasında…

Kulübü hedef alan psikolojik harekat operasyonlarının ardı arkası kesilmiyor.

Camia, toplumsal mühendislik çalışmaları ve provokasyonlarla sınandıkça sınanıyor.

Bunların her birinde ya taraftar, ya oyuncu, ya yöneticileri, can pazarına düşüyor.

Anlayın artık; işte buna yeter diyor Fenerbahçeliler…

Sonu gelmez toplumsal hesapların kendi üzerinden çözülme girişimlerinden,

Sonuçların dışarıdan belirlendiği, lig denilen bu tulûat tiyatrosundan,

Taraflı medyanın kendisini sürekli şeytanlaştırmasından,

Hatta oyuncularının katlini bile vacip gören hastalıklı toplum psikolojisinden, bıktık artık diyor.

Ve kendisine sahip çıkan kimse olmadığı için de Fenerbahçe bir kez daha, yaradana sığınıp kendi gücüyle ayağa kalkıyor.

Tarihin her kritik döneminde olduğu gibi, taraftarı da, kulübü için göğsünü siper ediyor.

Bir sonraki adımda Fenerbahçe’ye muhtemelen yeni bir Madımak yaşatılmasın diye, çareler arıyor.

Çünkü bu tehlikeyi aklı başında her Fenerbahçeli açıkça görebiliyor.

2 Nisan işte bu arayışın bir sonucu…

Tıpkı 3 Temmuz’daki gibi…

Fenerbahçe yine, yeniden…

Rekabetin kötülüğe meylettiği, adaletin zerre miktar umursanmadığı bir iklimde adalete fener yakmaya çalışıyor…

1 Mart 2012 Perşembe

Fenerbahçe Orta Sahası İdare-i Maslahat Yeri Değildir


“Fenerbahçe kaderi” diye bir şey varsa eğer, bu kaderin gözde temalarından biri de Fenerbahçe’nin herkes için hedef takım oluşudur. Türk liglerinin ve sarı-lacivertlilerin yüz yıldır değişmeyen yazgısından bildik bir anekdottur bu.
Tüm camiaların gözleri öncelikli olarak her sezon bu kulüple yaptıkları maçlarda olur. Fenerbahçe maçları Türk takımları için bir tür dönem ödevi, seviye tespit sınavı ya da yıl sonu bitirme sınavı gibidir… Bu sınavı başarıyla veren camialarda haklı olarak kısa süreli bir festival neşesi yaşanır.
Söz konusu Fenerbahçe'yse tüm teknik adamlar taktiklere taklalar attırır. Konsantrasyonlar üst seviyededir, oyuncular boğazlarına kadar adrenalinle dolarlar. Fenerbahçe maçları rüştünü ispatlama fırsatı sayıldığı için, cümle rakipler bir barikata, bir Majino Hattı’na dönüşür.

9 Eylül 2011 Cuma

Fena Halde Fener...


“Aşk gizli kalabilir mi hiç? Aşk taşar, aşk sızar. Bir kor misali gönlü yakan aşk, aşığın gözlerinden ve tavırlarından belli olur. Aşkın kokusu yayılır etrafa, ateşin kömürde, suyun toprakta, sesin havada yayılması gibi...” *
Taştı içimizdeki sevda, yayıldı etrafa ve başladık anlatmaya, beş cümleyle üç satırla…
Bu yeryüzünde ne aşklar anlatılmadı ki… Hepsini işittik, hürmet ettik. Lakin hoş görsünler bizi; Fenerli'deki aşıklık istidadını hiç birisinde göremedik.
Herkes duysun ki, zamanın behrinde bir hikâyedir Fenerbahçe’ye sevdamız. Her mevsimin, her coğrafyanın içinden geçer; yeri sınırsız, yurdu kalplerdir.

31 Ağustos 2011 Çarşamba

Tebdil-i Paradigmada Ferahlık Var

Retorik ince bir sanattır. Bu inceliğin ilk farkına varanlardan Aristo bu mesele hakkında bir kitap bile yazmış.  Diyor ki;  konuşmaya egemen olan üç temel değer vardır: Amaca uygunluk, soyluluk, adalet.
Niye bahsettim şimdi bundan? Çünkü 3 Temmuz’dan bu yana şunu anladım ki bizim yönetim kurulunda retorik sanatının temellerinden haberdar bir Allah’ın kulu yok. Bu kadar burnumuzdan solumamızın, mide ağrıları çekmemizin bir sebebi de bu. Çünkü hislerimize tercüman olma, milyonların kalbiyle dile gelme vazifesini üstlenen yok, bu kadro boşta. Geçici olarak bazı gazeteciler, blog yazarları ve eski futbolcular vs. kerhen dolduruyorlar boşluğu. Ama o da yetmeyince sıkıntı milyonların bünyesine vuruyor.
Hadi retoriği bıraktım aslına bakarsanız ortada bir yönetim de yok, yönetişim de yok, iletişim de yok. Var diyen? Yalnızca amatör sportif faaliyetlere ve bütçe dengesine dönük idare-i maslahat, bir de tabii yazılı bildiriler ve münferit yönetici açıklamaları. Bunlardaki söyleme bakınca da ne Aristo’nun bahsettiği amaca uygunluğu görüyoruz ne bir soyluluk ne de bir adalet arayışı.

25 Ağustos 2011 Perşembe

Gözlerimiz Nemli Değil Gözlerimiz Namlu


Zor zamanlarda duygular birikir. Yüreğimizi sıkar, insan ister ki infılak etsin, kurtulsun bu ızdıraptan.
Şimdilerde bu infılak duygusu en çok Fenerbahçeliler’in içinde. Bin türlü melunla ve bin türlü melanetle karşı karşıya çünkü büyük sevdaları. Midelerinde hep bir ağrı, akıllarında hep aynı dörtlük:
Ne alnımızda bir ayıp,
Ne koltuk altında saklı haçımız.
Biz yalnız Fenerbahçe’yi sevdik
İşte bağışlanmaz korkunç suçumuz...
İnfılak’ın arefesindeki Fenerbahçe taraftarı, Avrupa’dan men kararı üzerine yoğun bir şekilde ligden çekilme tartışması başlattı. Duygusal olarak anlaşılabilir ve hak verilebilir bir talep, pekala kulübün çıkarına mı, şimdilik bunu sorgulayan pek yok.
Dünkü meş’um kararın ardından çekilelim popülasyonu bir hayli yoğun, anlaşılıyor da, bu konudaki analistlerin sayısı bir bilseydik? Şöyle bir bakayım.. Hımm. Evet, az da değil, hiç yok.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Sultânî’den Mesaj Var: “Genç UEFA’lılar Rahatsız!”


Galatasaray'ın tıpkı ilkindeki gibi sağ gösterip sol vuran açıklaması üzerine -ki bu üslubun üzerinde ayrıca durulmalı- düşülmüş şerhler: 

1-"Türk futbolu çok ağır bir şaibe altında. Toplumumuzu sadece sportif açıdan değil sosyal açıdan da alt üst edecek kadar derin ve yaygın olduğu anlaşılan büyük bir sorunla karşı karşıyayız."
Şerh: Sabah-ı şerifler hayrola Sultanîli arkadaş… Futbolla ilgili elli yıldır cereyan eden sorunlar toplumumuzu sportif ve sosyal açıdan çoktan alt üst etti bile, sosyal bünyenin içi dışına çıkmış vaziyette. Günaydın.
Ayrıca "derin ve yaygın olduğu anlaşılan" deniliyor ki bir kez daha günaydın. Buradaki derin kelimesinin yerine mesela Mehmet Ağar’la Haluk Ulusoy’u, yaygın kelimesi yerine de “90’lı yıllar”ı koyunca niye iki de bir günaydın dediğim anlaşılabilir.

2-“Hepimiz aynı gemideyiz ve geminin adı Türk Futbolu’dur."
Şerh: Bu filoda bir de Türk basketbolu diye bir gemi vardı, onu hatırlayan var mı? Hani Cemal Nalga bandıralı…

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Manipülasyonla Ördük Anayurdu Dört Baştan!

İletişim fakülteleri müfredatında en çok değinilen mevzulardan biri de haberde manipülasyondur. Çünkü bilen bilir, ufak bazı oynamalarla her habere istenilen kıvamı yüklemek mümkün olabilir. Ya da kamuoyunda istenen etkileri yaratmak için kullanabilecek malumat, zibil gibidir.
Peki öğrencilere bu manipülasyon derslerinin verilmesinin sebebi ne? Öğrensinler ne olduğunu da manipülasyon yapmasınlar diye tabii ki. Medya, demokratik bir sistemin dördüncü ayağı olsun, yasama, yürütme ve yargıyı halk adına denetlesin diye... Kamuoyunda ortaya çıkan görüşleri, soruları, umut ve korkuları yansıtarak ülkenin vicdanı olsun diye. Her bir iletişimci adayı, zanaatini ahlak ve değerler üzerine kursun diye.
Bunun için öncelikle haber yazma tekniği içine yönlendirme sokmanın bin türlü şekli olduğu  anlatılır öğrencilere.. Her şekilde yapabilirsiniz bunu. Habere referans diye verdiğiniz fotoğrafla, ya da haberin hemen yanına koyduğunuz yönlendirici başka bir haberle. Ya da mesela televizyon haberi yapıyorsanız fona koyacağınız uygun bir müzikle.
Anlayacağınız şu söylenir genç beyinlere: ”Aman çocuklar, şeytanın oyunları bitmez, insana binlerce oyun sunar ki birinden birini kullansın diye... Peki insan ne yapar. Ah çok zalim ve pek cahil olan insan hep kanar şeytana.. Sakın ola ki siz kanmayın.”