4 Ağustos 2011 Perşembe

Futbolumuzun Gordion Düğümü - Haluk Ulusoy ve Efradı Üzerine

1997 yılı 22 Aralık’ında Ankara Elektrik İdaresi Misafirhanesi’nde yapılan bir seçim Türkiye’de çok şeyin değişeceği bir dönemi başlattı. Türkiye Futbol Federasyonu başkanlığı seçimi vardı ve üç aday mevcuttu. Eski Galatasaray Başkanı Alp Yalman, Beşiktaşlı eski futbolcu Mustafa Kefeli ve tabii ki Haluk Ulusoy.
Federasyon delegeleri Ankara Sheraton Oteli’nde kamp kurmuşlardı. Ancak tek kamp kuran onlar değildi. Futbolla ilgili her aksiyonun içinde bulunmayı alışkanlık edinmiş başka tanınmış şahsiyetlere de rastlamak mümkündü mekânda. Ecevit Kılıç’ın aktardığına göre otelin üst katında Sedat Peker ve adamları, orta katlarında ise Alaattin Çakıcı’yı temsilen kardeşi Gencay Çakıcı ve adamları bulunuyordu. Her iki mafya ailesi de, adaylardan Mustafa Kefeli’yi desteklemek için oradaydılar. Görüntü açıktı, Ulusoy ile Yalman’ın pek şansları yoktu. Zaten Yalman da kendisine gelen tehditle hemen adaylıktan çekildi. Ama Ulusoy kolay lokma değildi. Ve tüm görüntüyü bir çırpıda değiştirecek hamlesini yaparak devreye Mehmet Ağar’ı soktu.  Ve Ağar, Sheraton’a Korkut Eken’le ekibini yollayınca Çakıcı ve Peker grupları tası tarağı toplayarak çekildiler. Ulusoy yarışı çoktan kazanmıştı bile.
Ancak yine Kılıç'a göre, Alaattin Çakıcı o gün yaşananları hiç unutmadığı için Ulusoy’dan intikam almaya yeminliydi. Bir süre sonra ortalıkta federasyon yetkililerinin çocuklarının ortadan kaldırılacağı haberleri dolaşmaya başladı. Dönemin ağır toplarından Hadi Türkmen gibi isimleri istifaya götüren şey buydu. (Kendisi daha sonraları bunu televizyonda açıklamıştı) Haluk Ulusoy ise yine bir çözüm yolu bulmayı başardı. Galatasaray’ın efsane yöneticilerinden Ergun Gürsoy yoluyla ‘sulh ‘ isteğinde bulundu Çakıcı’dan. Ve Çakıcı, Gürsoy’un hatırını kırmadı ancak öldürme yeminini bozduğu için kefaret olarak Ulusoy’dan Eyüp Sultan’da yüz koyun kestirmesini talep etti. Ulusoy’un Çakıcı adına kestirdiği koyunlarla ilgili dönemin gazetelerini karıştırırsanız sayısız haber bulabilirsiniz.[1]
Çakıcı’nın daha sonra yakalanıp hapse atıldığı dönemde, Ulusoy’la ilişkilerinin iyice düzeldiği konuşuldu. Derin devletten sonra mafyayı da yanına alan Ulusoy’un önü tamamen açıldı. Tam 7,5 yıl boyunca Türk futbolun tek hakimi oldu. Bir yanında Galatasaray’ın sezon başı toplu fotoğraflarında yer alacak kadar derin bir Galatasaraylı olan derin devletin temel figürü Mehmet Ağar,  öte yanında ise kendi bakanı Eyüp Aşık’ı Trabzonspor-Galatasaray maçına bizzat gönderip uğur yapacak kadar fanatik bir Galatasaraylı olan eski Başbakanlar’dan Mesut Yılmaz’la birlikte uyumlu bir portre çizdi.[2]
Futboldaki şiddetin ve terörün  bu dönemde ivmelendiğine inanan pek çok kişi var.  Ahmet Çakar, Hıncal Uluç ve Engin Verel’in vurulduğu yıllardır bu yıllar. Hıncal Uluç, bizzat kendisi, vurulma emrinin Alaattin Çakıcı tarafından verildiğini söylemiştir.[3] .
2005 yılında bu konuyla ilgili Neşe Düzel tarafından devlet bakanı Mehmet Ali Şahin’e yöneltilen soru ve alınan cevapsa şöyleydi:
-Hıncal Uluç, Engin Verel, Abdullah Çevrim, Feridun Nidelioğlu, Kazım Kanat, Osman Tamburacı, Fatih Altaylı, Ahmet Çakar kurşunlandı. Bu saldırılar hakkında ne yaptınız?
- Futbola ‘şike’ işlerini karıştıran, haksız menfaat temin etmek için uğraşan bazı çevrelerin olduğu kamuoyunda çokça tartışılıyor. Futbola müdahale ederek haksız kazanç elde etmek isteyen insanların varlığını inkar edemeyiz. [4]
Bu kadar. Yani söylediği şuydu: Elimizden pek bir şey gelmiyor. Nitekim sadece Şahin’in talimatıyla 2005’te Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun yürüttüğü ve usulsüz harcamalarla ilgili olan ve bir sonuç çıkmayan bir dava dışında Ulusoy zamanındaki futbola yönelik müdahale iddiaları, bildiğimiz kadarıyla  araştırılmış değil.

Oysaki Ulusoy döneminde şike iddiaları ayyuka çıkmıştı. En alt kademedeki takımlardan en zirvedeki takıma kadar herkes hakkında iddialar ortaklarda dolaşmakta ancak ne hikmetse bu iddiaların hepsinin üzeri kapanmaktaydı. Ulusoy’un tüm sorunlar karşısındaki genel taktiği, iddiaları halının altına süpürmek şeklinde oldu. Hatta Altay’ın küme düşürülmesiyle ilgili konuda teşvik primi belgesinin sümenaltı olduğu açıkça ortaya çıkmış, ve bu TBMM’de günlerce tartışılmıştı.
2004’te üst üste yığılan iddialar ve baskılar sonucu federasyon başkanlığına adaylığını koyamamış ve hükümet destekli Levent Bıçakçı’ya kaptırmıştı koltuğunu Ulusoy.
Bir dönem futbolun en tepe noktasında oturan Bıçakçı’nın Ali Kırca’ya verdiği bir röportajda Türk futbolunun kendilerinden önceki dönemde kirlendiğini açık bir şekilde söylemesi hala akıllardadır. [5]
Daha sonraları Bıçakçı’nın istifası ardından yine Çakıcı ve Peker desteğiyle AKP’ye rağmen seçilerek bir kez daha başkanlık yapabilmiştir Ulusoy. Ancak yoğun baskılar, yenilenme talepleri ve en önemlisi hükümetin muhalefeti sebebiyle bir daha dönmemecesine bu görevden uzaklaşmıştır.
Aslında Ulusoy’a kadar da mafya-siyaset-futbol ilişkisi bilinen bir şeydi.[6]
Ancak Ulusoy dönemini geçmişten ayıran önemli bir nokta vardı:   Ecevit Kılıç’ın iddiası şu: Bireysel girişimlerin ötesinde Ulusoy döneminde mafya, futbolun  içine kurumsal olarak yerleşmişti. Futbol dünyasında daha önceden de varolan derin devlet/mafya olgusu bu dönemde vekaleten kesilen kurbanlarla palazlanarak kurumsallaşmıştı.
Ulusoy ve efradı'nın en ufak şekilde yerlerinden dahi kımıldatılamaması, özellikle milliyetçi söylemler, derin devlet ve mafya desteğine bağlanıyordu çoklarınca. Nitekim ikinci kez seçildiğinde seçimi iktidar partisine karşı kazandığı unutulmasın.
Milliyetçi retoriği meşhurdur Ulusoy’un. Bir şampiyonlar ligi maçı sebebiyle ligdeki Galatasaray maçını erteleyen Federasyon’a  Fenerbahçe’den itiraz gelince verdiği cevap unutulmaz:

“Galatasaray’ın uluslararası alanda sürdürdüğü mücadeleyi milli bir dava olarak görmeyenler, kendi milliyetçiliklerini sorgulamalıdır.” [7]
Aynı Ulusoy benzer şekilde erteleme  isteyen Beşiktaş ve Fenerbahçe’ye ise -herhalde onlarınkini millî davadan saymadığından- olumsuz cevap verir.
Ulusoy federasyonunun standardının olmaması zamanında ona yönelik en büyük eleştiri konusudur. Lig fikstürünün erteleme ricalarıyla Galatasaray fikstürüne dönüştürülmesi, keyfe göre eğilip bükülen disiplin yönetmeliği, garip ve manipüle edilmiş hakem atamaları, belgelenmiş usulsüz harcamalar, zamanaşımına uğratılarak sâkıt bırakılmış şike dosyaları, üstü örtülmüş yolsuzluklar… İddialar bunlardır ve 2005 dışında kapsamlı ve hakiki bir sorgulama hiç söz konusu olmamıştır bildiğimiz kadarıyla.
Mesela şu itirafın üzerine giden olmadı: ATV’deki Santra programına konuk olan Ulusoy’un kırk yıllık arkadaşı ve federasyon eski yöneticisi Hüsnü Hayali bu programda ligde bazı hatır şikelerinin olduğunu açık açık söyleyebilmiştir. Hatta Haluk Ulusoy’la Aziz Yıldırım’ın iyi bir diyalogları olmuş olsa Fenerbahçe’nin Denizli’den galip ayrılıp şampiyon olacağını da ifade edebilmiştir aynı kişi. [8]
Yani Hayali’nin söylediğine bakacak olursak Ulusoy döneminde futboldaki başarı Ulusoy’la aranızın iyi ve güzel olmasına bağlıydı, oynanan oyuna değil.
Yine Ulusoy’un bir dönem beraber çalıştığı ve istifa etmek zorunda kalan Hadi Türkmen bir Telegol programında “Avrupa Şampiyonası elemelerinde avantaj sağlamak için, 1999 yılında oynanan Macaristan-Portekiz maçında TFF'nin Macaristan Milli Takımı'na 750 bin dolar 'teşvik primi' gönderdiğini, işin içine Türkiye'nin Macaristan Büyükelçiliği'nin de girdiğini” anlatır.
Hâlihazırda spor programlarına katılıp şikeyle ilgili yorumlar yapan Ulusoy efradından Ata Aksu’nun o gün bu iddiaya verdiği cevap ilginçtir: "Bu tartışmanın Türkiye'yi Avrupa spor kamuoyunda zor duruma düşüreceğini takdir edersiniz", "Rakiplerimiz hangi yöntemlerle mücadele ediyorsa, Türk Milli Takımı da aynı yöntemlerle mücadele ediyor."
Aynı programın sunucusu gazeteci Güntekin Onay ise bakın ne buyuruyorlar bu mevzuda: Yaklaşık olarak şöyle:  “Bu işler devlet sırrı olarak kalmalıdır, ‘ASALA'ya karşı mücadele’ örneğini düşünürsek ülke menfaatleri için bazı 'yasal olmayan' adımlar atılabilir.”
Görüldüğü gibi eğitim müfredatıyla zehirlenmiş dimağların dillerindeki türkü hep aynı: Evet hukuksuzluk var ama devlet için hukuksuzluk yapan da şereflidir yaptıran da. Çok iyi niyetli bir gazeteci bile aynı hataya düşüyor.
İşte bu zihniyetin aslında hepimizi ruhen nasıl açığa düşürdüğünü ise aynı programın son faslında görüyoruz:
Yanılmıyorsam eğer, yazının başında bahsettiğim olaylı 1997 federasyon seçimleri ve sonrasında gelişenlerle ilgili olarak şunu söylüyor Türkmen, kendisine bir konuda itiraz eden Onay’a:

“Güntekin, senin babanı da tehdit ettiler!”[9]

Hâsıl-ı kelam, yıllar boyunca yukarıdakiler ve benzeri her türlü iddia, her türlü şikayet ü şekva görmezden gelindi. Feryatlar asumana da çıksa yetkili yerlerden çıt çıkmadı. Ve 3 Temmuz’a gelinceye  kadar da ruhumuz hakikatle aynı koordinatta buluşamadı.
Şimdi bir imkan var ve yolu hakikatten geçen herkesle bir gün bir yerde buluşmayı umuyoruz.
Ruhlarda oluşan açığın tedavisi için bu şart. Tabii eğer adalet diye bir şey varsa…
Sonuçta yukarıdakilerin pek çoğu birer iddia ve bunlar araştırmacılarını bekliyor. Haluk Ulusoy, Ata Aksu, Hüsnü Hayali, Hadi Türkmen; hepsi hayatta.
İddialar belli, anahtar kelimeler belli; tehdit, teşvik, manipülasyon, şike, mafya, derin devlet, yolsuzluk, usulsüzlük... 
Araştırmacılar aranıyor, savcısı olsun, medyası olsun, siyasetçisi olsun... 


---------------------------------------------------------------------------------------------

[1] Buraya kadar olan kısım için asal kaynak: Ecevit Kılıç’ın Demokrasi Yerine Mafyaya Sarılan Adam yazısından 13.01.2008, Sabah. Kılıç, daha sonra bu ve benzer yazılarını ‘Kirli Kramponlar’ adlı kitapta topladı.
[3] Edip Ali Yavuz, 29.04.2005, Zaman
[4] Neşe Düzel, 12.05.2005, Radikal
[5] Hürser Tekinoktay, Zamanaşımındaki Yen-Al Kampanyası,  23.02.2005, http://www.birgun.net/
[6] Mesela Dündar Kılıç’ın Sarıyer, Kral Sami lakaplı Sami Karaman’ın Orduspor, Ali Fevzi Bir’in Özsahrayıceditspor, Oral Çelik’in Malatyaspor, Behçet Cantürk’ün Licespor başkanlıkları hatırlardadır.
Çakıcı’ya dönecek olursak; Halil Nebiler'e göre 1984 yılında Süleyman Seba’nın başkan seçildiği kongrenin güvenliğini sağlayan ve Seba’ya omuz veren de Alaattin Çakıcı’ydı. Süleyman Seba MİT’in İstanbul Bölge Müdürlüğü’nde görevliydi. Ve karşısındaki rakibi Mehmet Üstünkaya’nın da mafya ile olan yoğun ilişkileri biliniyordu. Burada Çakıcı gibi bir isimden destek almaması düşünülemezdi. Ve aldığı destekle galip geldi. Seba yönetiminde kendisiyle birlikte üç MİT’çi vardı.
İşin ilginci Süleyman Seba yıllar sonra Alaattin Çakıcı’nın yurt dışına çıkmasına yardım ettiği haberleri üzerine ‘Onursal başkan’ sıfatıyla Sinan Engin’i kınayan bir açıklama yapacaktı.
En zor zamanlarında bile Beşiktaş üyelik aidatını yatırmayı ihmal etmediği söylenen Çakıcı’nın ilişkisi bunlarla sınırlı değildi tabii. Ali Şen-Emin Cankurtaran ve Çakıcı arasında geçen bir topuğundan vurdurulma hikâyesi vardır ki Türkiye’de dönemin havasını gayet iyi yansıtır.
Trabzonspor Kulübü başkanı Mehmet Ali Yılmaz da Çakıcı’yla olan muhabbetini gizlemeye gerek görmeyenlerdendir. ‘Ben onun abisiyim’ diyecek kadar yakındır Çakıcı’yla.
(bu dipnot için kaynaklar: Üstün Akmen, http://www.evrensel.net/news.php?id=9674 ve Tam Saha Mafya Pres, Halil Nebiler, 24/25.05.2004, Birgün)
[8] http://www.haber7.com/haber/20070207/Ulusoy-hatir-sikesi-yapti.php
[9] Hakan Gülseven, Futbolsever Mafyanın Halleri, 21.03.2004, Radikal

3 yorum:

  1. Yazılarınızı okudukça sizi daha çok merak ediyorum. ve yazılarınız devam edip etmeyeceğini. blog yazarlığının amatörlüğünün çok üstünde yazılar yazdınız. elinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. eyvallah taner biraderim, eksik olmayın

    YanıtlaSil
  3. bok dururken osuruga ceza veriyoruz.

    YanıtlaSil